12 Eylül 2013 Perşembe

ALEVİLİK'TE DAR

Dâr, Farsça ve Kürtçe’de ağaç anlamındadır. Terim olarak Hallâc-ı Mansûr’un idam edildiği veya asıldığı  ağaç direk anlamında dârağacını temsilen kullanılır. Alevilik’te Muhib yada Talip veya Can’ın can feda etmek üzere meydanda ikrar verdiği yerin adıdır. Meydanın tam orta yerine dâr denir. Dâr’a kalkınca meydanın orta yerine gelinir. Pîr’in, Mürşidin veya Dede’nin karşısında başlar açık, beller kemerbestli ve ayaklar bulunulan meydan çok soğuk değilse çıplaktır ve ayak mühürlenir(sağ ayak,sol ayağın üstüne atılmasına ayak mühürleme denir).Başın açık olması demek Can’ların huzuruna, meydana gelen kişinin saklısı gizlisi olmadan meydanda Hakkın huzurunda olduğunu göstermesi manasındadır.Alevilikte başın kapalı olmasıyla kişinin kendini edepli göstermek yoktur.Cem eğer iyi takip edilirse meydandaki gözcünün Canlar; edep-erkan dediğinde, zaten tüm Canlar artık,- tek Can, tek nefestir- orda herkes Can’dır. Kimsenin kimseden çekinip,utanıp sıkılmasına gerek yoktur.Cemde birisi insanları utandıracak birini biliyor, tanıyor ve bunu söylemiyorsa; O kişide aynı zamanda suç işlemiş olur ve bunu yapan Yol’un ne olduğunu bilmekten uzak ya cahil bir kişidir yada artniyetli kötü biridir.
Alevi toplumunun her türlü hukuksal sorunları; şikâyet, sorgulama, yargılama ve cezalandırma, aklama, ikrar verme veya yola girme, musahip tutma, kurban yada adaklarını yerine getirme, yıllık görgü ve sorgulardan geçme vb. hep Dâr olayı içindedir.
Yapılan Cem’lerdeki ikrar verme, görgü-sorgu yapma, musahip tutma, mahkeme olma, kurban veya adaklar sunma ve dardan indirme hep Dâr’a kalkılarak yapılır.Çok çeşitli hizmetler için Dâr’lar kurulabilir.  Alevilikte kanlı kurban yoktur. Canlı kurban vardır. Bu kurban ikrar veren talibin yani Can’nın kendisini özüyle sözüyle ve verdiği ikrarla Yol’a yani Hakikat kapısına kurban etme manasındadır.Kurban tığlanarak kesilen hayvanlara bile, ona bir can olduğu için saygı duyulduğundan, meydana getirilerek Cem erkanı kurularak deyişler ve dua okunur. Temsili olarak ondan bir Rızalık alınırmış gibidir bu erkan.  Çünkü; Alevilikte Can incitmek olmaz. Bu kesilecek olan bir hayvan dahi olsa. İkrar verilirken Dede yada Pir Talibe “Gelme gelme,dönme dönme, gelenin malı, dönenin Can’ı, ateşten gömlek giyebilirsen, demirden leblebi yiyebilirsen gel beri” der. En büyük suçlardan ilk ikisi;  İkrarından dönmek ve Can’a kıymaktır. İkrar veren kendini zahirde öldürür ama batında yeniden doğurur. İkrar bir Alevi için yeniden doğuştur. İkrarını bozan bir Alevi, hem zahirde ölmüştür, hemde batında. Her iki alemde de ölenin, yani kendini yok edenin, artık tekrar İnsan olma şansı kalmamıştır. İnsan-ı Kamil olmak için ikrarında durmak çok önemlidir.
Büyüklerimiz; Cemlerde konuşurlardı duyardık. Derlerdi; 5 tane Dâr vardır. Bunları en büyüğünden, en küçüğüne doğru şöyle sıralarlardı: 

 Hüseyin Dâr’ı
 Fatıma Dâr’ı
 Mansur Dâr’ı
 Nesimi Dâr’ı
 Fazlı(Fazlullah) Dâr’ı

Bu Dâr’lardaki duruş biçimleride ayrı ayrıdır. Hüseyin Dâr’ı ve Fatıma Dâr-ı’nın duruşları aynıdır. Yani sağ ayak baş parmağı, sol ayak baş parmağı üstüne konulur. Ellerde sağ el, sol el üstüne kapatılır ve göbek üstünde tutulur. Bu genel bir duruştur.Bu Dâr’ın nasıl olduğu ile şu hikaye anlatılır: Birgün Peygamber, kızı Fatıma ve damadı Ali ve torunlarıyla otururlar iken, Peygamber kızı Fatıma’dan içmek için su ister. Bu sırada çok çevik olan Hüseyin hızlı davranır su getirmeye gider, ama yolda ayağı bir yere çarpar ve sol ayak parmağı kanar. Suyu getirdiğinde, Peygamberin önünde elpençe divan durur. Ama parmağının kanını veya yarasını göstermemek için diğer ayağını onun üstünü kapatmak için koyar. Bu duruşun da ordan kaldığı üzerine rivayet edilir. Hüseyin belki anasının vereceği suyu, kendisi getirdiği için, annesi gibi Peygamberin huzurunda durmuş olmasına izafeten bu duruşuna Fatıma Dâr’ı veya duruşu denilebilir.
Yüzüstü yere kapanma duruşuyla temsil edilen Fazlullahi Hurûfî gibi yol uğruna başı boyundan kestirmeyi göze alma Fazlî (Fazlullah) Dâr-ı olarak ifade edilir.
Nesîmî gibi yol uğruna gerekirse derisinin yüzülmesini göze almadır. Bu anlayış diz üstü duruşuyla oturarak yapılır.
Hallâc-ı Mansûr gibi yol uğruna ölümü göze alma, asılmaya hazır olma demektir. Mansur Dâr’ı duruşu; sağ ayak baş parmağı, sol ayak baş parmağı üstüne konulur. Ellerde sağ el, sol el üstüne çapraz olarak göğüs üstünde tutulur. Baş asılı gibi yana yatırılır.
Bu duruşlarla ilgili farklı uygulamalar olabilir. Bunun nedeni Aleviliğin bir inanç olmasından kaynaklanan ve her olaya kendine özgü bir mana vermesindendir. Zaten Alevilik, bu evreni iki alemde görür. Birincisi Zahiri alem, ikincisi Batîni alemdir. Kendisi bu alemde Ahmet, Zeynep, Leyla, Mehmet gibi adları olan erkek veya dişi birer insandır. Ama Batîni alemde ise O bir Tanrıdır. Bu evreni var edendir. Yani Can’dır, artık cinsi yoktur. İkisiyle özdeştir. Onun Hz.Muhammed’e ve Hz. Ali’ye bakışıda böyledir. Zahiren onlar İslam’a ait olan değerlerdir. Hz.Muhammed İslamın peygamberi, Hz.Ali’de İslamın dördüncü halifesidir. Ama Batîni alemde hepsi birdir. Ona göre Hak(Tanrı yada Allah), Muhammed(yada kızı Fatıma) ve Ali, Oniki İmamlar ve Hacı Bektaş Veli ve bu yola İnsan-ı Kamil olmak için İkrar verenler, aşıklar, ozanlar, insanlık için faydalı şeyler ortaya çıkaran ve hizmet eden, bilim ve düşünce adamları birdir. Bunu en iyi Peygamberin Mihraç’tan dönerken Kırklar meclisine rastlayıp Peygamberin bu meclise girmesi hikayesinde yaşanılan ve Kırkların onu içeriye alırken her türlü makam ve mevkiden arındırmasında daha iyi görürüz. Bu hikayeyi kendine İslam diyenler kabul edemez bu dinde küfrdür, günahtır.Bunlar tümüyle Alevilik yolunun bütünlüğüne ait olan kendi yaratımı ve tasarımı olan değerleridir. Kırklar Cemi; Aleviler için bir toplumsal birlikteliktir. Yaşamına aittir. İnsan olmanın erdemleriyle orada kendini sürekli yeniler, kötülüklerden arındırır ve İnsan-ı Kamil olmaya çalışır. Toplumsal yaşamın kural ve kaidelerine uyar. İnsan haklarına saygılı, paylaşımcı ve adaletli olur. Savaşa karşıdır. Önce kendisiyle sonra da tüm canlılarla  barışıktır. Bu yola ikrar verenler; bunları Cem’lerde durduğu Dâr’da iyice kavrar.
Bu kainat ve evren hem Zahir alemiyle hemde Batîn alemiyle bir bütün olarak Hak’kın kendisidir. Bizlerde, onun sonsuza kadar, ondan ayrılamayacak olan parçalarıyız. İnsan bütün bunların farkına varan tek canlıdır. İşte bu inanışa ve anlayışa  Alevilik denir.

“Gerçek olan bir nefese inana
Canımız veririz kurban canana
Lanet olsun ikrarından dönene
Muhabbetten geçen Hak'tan da geçer.”

Denilirki, her can Hüseyin Dâr’ına duramaz. Çünkü; onun Kerbela’da yaşadığı ve çektiği acıyı hiçbir canlı üzerine alamamış. Sadece O buna razı olmuş. Ondan dolayı onun makamına Aşıklar ve Ozanlar “Hüseyin’in makamı Kırklardan ulu” demişlerdir. Onun Dâr’ı bir defa Kerbela’da kuruldu.Tüm mazlumlar ve ezilenler, zalimlerin her zulmünde bu Dâr’ı yaşayacaklar. Kerbela’lar her zaman var olacaktır. Onu sevenler yani hakiki Aleviler bunu sonsuza kadar unutmayacaklar. Asla! zalimlerin ve insanlıktan çıkmış olanların değil, haklının, mazlumun ve de insan olanların yanında olacaklar. Onun Kerbela’da yaşadıklarına rağmen zalimYezit’in önündeki dik ve onurlu duruşu çok önemlidir. Bizlerin Hüseyin’nin Dâr’ına durmamızdaki samimiyetimiz o zaman belli olur. Aksi takdirde; Pir Sultan’ın köpekleri kadar onurlu olmayan sözde Alevilerin! zalimlerle birlikte duruşları ve onların sofralarında olmaları onların samimiyetsiz, ikiyüzlü, çıkarcı ve zalimlerin dostu olduğunu gösterir. Alevilerin katilleriyle yanyana olanlar, Ehli-Beyt soyundan gelenleri katleden Emevilerin şekillendirdiği İslamın bugün aynısını yaşayanların, ve onların önderleriyle samimi olanların Alevilik kelimesini ağızlarına bile almamaları gerekir. Zaten Alevilik ancak yaşanılır. İsterseniz ciltler dolusu kitap yazın, yada hergün ikrarsızlarla ve ikrarından dönenlerle(bazende eli Alevilerin kanına bulaşmış olanlarla) beş vakit Cem yapın, ben şöyle Aleviyim, böyle Aleviyim deyin. Ancak; siz eğer mazlumların ve haklıların yanında değilseniz. Yaptıklarınız asla Alevilik değildir.
Bakınız Dertli Baba gibi aşıklarımız İslama nasıl bakıyor:

“Bilmezmisiniz Yezid'in bağrının taş olduğun
Zahiren İslamlığın, batında kallaş olduğun
Ta'n  kılmayınız, derdimden çeşmimin yaş olduğun
Ayıp görmeyin siz Dertli' nin Kızılbaş olduğun”

Mansur Dâr’ı ise Alevilerin ikrarda, görgüde ve diğer Cem’lerde meydana gelip durdukları ve Hüseyin gibi yaşamaya söz verdikleri Dâr’dır. Mansur Dâr’ında Can yada Talip pir huzurunda İkrar verir, görgü-sorgusu yapılır, mahkeme olur, kusur ve hatalarından arınır ve hakikat ile yüzyüze gelir ve sadece hakikati konuşur. Mansur Dâr’ında, genel olarak Hüseyin  ve Fatıma duruşu ile durulur. İkrar verildiğinde Mansur duruşunda durulur. Yüz, yerde olduğunda Fazlı(Fazlullah) duruşunda olunur. Oturduğumuz zaman da Nesimi duruşuna geçmiş oluruz. Bu duruşlar Bir Cem içinde Dâr’a kalkanlar tarafından yapılır. Bu duruşlar Cem’de birbirini takip eden her ritüelde mutlaka uygulanır. Dâr ile ilgili daha çok şey yazabiliriz. Ama kısaca Dâra kalkmış ve Dâr’a durmuş insanın, Dâr’da verdiği ikrardan ve sözden kesinlikle dönmemesi lazım. Aksine Dâr’ını bozanın yani verdiği sözden ve ikrarından dönenin İnsan-ı Kâmil olma yolunda menzile ulaşmasında zaman kaybı ve emek kaybı olacaktır. Bu Aleviliğe zarar vermek demektir. Bunu yapmamak lazımdır.
 SEVGİLİ VE DEĞERLİ CANLAR AŞKI NİYAZLARIMI İLETİYOR SEVGİLER SUNUYORUM
ADİL ZÜLFİKAR YÜCE
                                                                                                             

27 Temmuz 2013 Cumartesi

H.z ALİ'NİN OSMAN BİN HUNEYF-İ ENSARİYE MEKTUBU

Ehlibeyte gönül vermiş ve onu canı pahasına koruyan.Siz değerli canlara aşkı muhabbetle selamlarımı,sevgilerimi gönderiyorum.yüce ALLAHA hamd ve şükürlerimi sunarken tathir ayetiyle yüce allahın tertemiz kıldığı.EHLİBEYT mensuplarına en derin sevgilerimi selamlarımı sunuyorum. Sevgili canlar h.z Ali'yi ve düşüncelrini ısrarla yazacağım.Çünki bizim evvela H.z Muhammed(s.a.a)la H.z Ali'yi çok iyi tanımamız ve idrak etmemiz gerekiyor.H.z Muhammed mustafa buyuruyorya,ben Alidenim Ali bendendir diye,işte gerçekten nübüvvetin son sultanı hatemül enbiya Muhammed Mustafanın ellerinde şekillenmiş,velayetin şahı şah Aliyyel Murtezayı sadece akılla değil gönül gözü ile de anlamamız gerekiyor.Bu gün müslüman coğrafyasının içinde bulunduğu,dehşetli ve bir o kadar insanlığa yakışmayan ölçüler içinde olması H.z Muhammed mustafayı(s.a.a)yaralamakta ve çok çok üzmektedir.Böyle bir inanaçmı getirdim müslümanlar biri birlerini kırsınlar diyemi ben çileler çektim diye üzülmüyormu sanıyorlar.İslamiyet(İÇİNDE) biri birini boğazlıyor insanlar farklılaştırılıp ayrıştırılıyor.Belki de yıllar yıllar sürecek(emevilerin)yaptıkları gibi nifak tohumları serpiliyor kalplere ve bunun helbette bir karşılığı olacaktır.Kuluna şah damarından daha yakın olan yaratıcı şeksiz şüphesiz her şeyi görüyor.Mutlaka yapılanların faturasını,ayrıştıran,ötekileştiren.bölücülük edendenlerden ciro edecktir.Gündeme dair söyleyeceklerimi burada virgüle ayırırken.Zamanını ayırıp kelimelerde aşkla karşılaşıp selamlaşacaığımız gönül dotlarına içtenlikle sevgilerimi gönderiyorum. ......Ey Huneyf!Basra eşrafından birinin seni ziyarete çağırdığını,oraya koşarak gittiğini,çeşit çeşit yemeklerin,kocaman kocaman kaselerin sana sunulduğunu öğrendim. Oysa yoksulların(çağrılmayıp)kovulduğu,zenginlrin davet edildiği bir davete icabet edeceğini sanmıyordum. Çiğnediğin lokmaya bir bak;(helal haram)açısıdan şüpheli olursa onu ağzından at;tam anlamıyla pak olduğunu bilirsen birazcık ye.Bilki,her kişinin uyduğu,yolundan gittiği,ilminin nuruyla ışıklandığı bir imam(ehlibeyt imamı) vardır.Yine bilki sizin imamınız,dünyasında eskimiş bir elbise ve iki lokma ekmeği ile yetinmektedir. Elbette buna güç yetiremeyeceğinizi bilin.Ama takva ve ibadet telaşı ilee temiz ve iffetli olmaya çalışarak bana yardım edin.Allaha and olsunki ben,bu dünyanızda ne bir altın,nede gümüş külçeleri yığdım;ne ganimetlerden mal biriktirdim,ne üzerime yırtılmış elbisemden başka bir elbise aldım,nede dünyada bir karış toprağa sahip oldum. Ancak geçinmeme yeticek kadar yiyecek aldım. Gerçekten dünya,benim gözümde acı bir pelitten daha değersiz,daha bayağıdır. Gökyüzünün gölgelendiği şu dünya yüzünde elimizde bir FEDEK vardı,ona da bir kısmı göz dikti,bir kısmı ise cömertlik ederek ondan el çektiler;Allah ne güzel hükmedicidir! Ben fedeki veya başka yeri ne yapayım.Yarın bu nefsin konağı mezaRıdır.Onun karanlığında işleri kaybolur,haberi yok olur.Mezarcı onu geniş kazsa veya elleri ile genişletse bile taş kerpiç düşer arayı doldurur,toprak birikir,daracık hale gelir. Büyük korku gününde güvene erişebilmem,sırtta ayağımı sabit kılabilmem için nefsimi şimdiden takva ile meşakkate alıştırmalıyım. Eğer isteseydim balın safını,buğdayın halisini yemeye,ipek elbise giyinmeye yol bulabilirdim. Fakat heyhat!Hicazda veya Yemende bir ekmek bile bulamayan,tokluk doyumluk denen şeye ulaşmyan nice yoksullar varken,nefsimin beni yenmesi,lezzetli yemekler yemeye götürmesi nasıl mümkün olabilir!çevremde aç karınlar,susuzluktan yanmış ciğerler varken geceyi nasıl tok olarak geçirebilirim!ben şairin dediği duruma nasıl düşebilirim. Çevremde tabaklanmış deriye muhtac olanlar, Çiğeri yanmışlar varken; Karnı tok olarak yatman, Sana dert olarak yeter! Bana"Müminlerin Emiri" denildikten sonra zamanın zorluklarında onlara ortak olmamaya,skıntılı yaşayışlarında onlara örnek olmamaya razı olurmuyum? Ben temiz şeyleri yemekle meşgul olmak için yaratılmadım. Ben derdi tasası yiyeceği olan bağlı veya işi gücü çöplükler arasında yiyecek aramak olan, sahibinin maksadından haberi bile bulunmayan bir hayvan değilim. işsiz güçsüz gezeyim,abesle meşgul olayım,sapıklık ipini çekeyim veya şaşkınlık yoluna gireyim diyede yaratılmadım. Şöyle dediğinizi duyar gibiyim"Ebu talib'in oğlunun yediği buysa,zayıflıktan akranlarıyla savaşa yiğitlerle dövüşe gücü yetmez" Bilinki sahralardaki ağaç daha katı ve sert;bağ bahçe içindeki ağaçlar ise daha zayıf ve naziktirler.çorak topraklarda biten ağaçların ateşi daha kuvvetli ve koruda daha geç söner.Ben resulullahın nurundan bir nur ve pazısının dirseği konumundayım.Vallahi,bütün araplar benimle savaşmak için bir birleriyle yardımlaşsalar bile yine ondan yüz çevirmem,imkanlar ölçüsünde ona koşar ve ekin aralarındaki taştan temizlensin diye yeryüzünü şu aksi ve ters adamdan(lanet muaviye) temizlemek için mücadele ederdim. ...Ey dünya,benden uzaklaş!Yularını boynuna attım(dilediğin yere git),pençenden kurtuldum,tuzaklarından sıyrıldım.sürçme yerlerinden uzak kaldım.Süslerinle güzelliğinlemahvettiğin ümmetler,oyunlarınla güldürüp aldattığın nesiller nerede?İşte onlar,kabirlerinde rehin olup yatöışlardır.(Ey dünya)Vallahi eğer,sen görünür bir şahsiyetle,tutulup dokunulabilir bir bende sahip olsaydın,uzun emellerle aldatıp sonra kandırarak helak çukuruna attığın ümmetler ve telef ettiğin,belalara uğrattığın,dönüşü olmayan,varanından haber alınamyan yerlere attığın sultanlar içinsana Allahın hadlerini uygulardım.Heyhat!senin sürçme yerlerine ayak basan kayarak düşer.Dalgalarına düşen boğulur;ama senin tuzaklarından uzaklaşan başarıya ermiştir.Senden kurtulupta selamete eren kimsenin geçimi dar olsa ne çıkar!Onun yanında dünyanın,zevale ermesi yakın bir gün gibidir.Benden uzak ol!Vallahi ben sana zelil edesin diye boyun eğmem.Beni istediğin yere çekesin diye irademi sana teslim etmem.Allaha'ın iredesi müstesna bir yeminle yemin olsunki nefsimi, katığı tuz olan bir ekmek parçasıyla yetinip sevinecek duruma gelinceye kadar terbiye ederim ve gözlerimden;suyu çekilmiş;akıntısı kurumuş bir pınar haline getirinceye kadar da göz yaşı dökerim.Otlayan,karnını doyurunca yan gelp yatan bir hayvan veya yayılıp doyunca ağılına dönen koyun sürüsü gibi,Ali de azığını yiyip uykuyamı dalar?Bunca seneden sonra,ovada otlayan merada yayılan hayvanlara dönerse gözleri aydın olsun!RABBİMİN farz kıldıklarını eda eden,uğradığı meşakkatlere sabr eden,geceleri uykusunu terk eden;uykusu onu yendiğinde de de yeri kendisine kendisine döşek kolunuda yastık kılan,kıyamet gününün korkusundan gözlerine uyku girmeyen,yanları döşek yüzü görmeyen,dudakları gizlice rabbinin zikrini fısıldayan, devamlı dilekleri bağışlanma sebebiyle günahlarından arındıranlara ne mutlu"işte onlar hizbullahtır haberiniz olsun allahın hizbi kurtuluşa erenlerin ta kendisidir.ALLAH'TAN KORK EY İBN HUNEYF Sahip olduğun ekmeğinle yetin bu cehennem ateşinden kurtulman için sana yeter.Sevgili vede değerli canlar diğerlerine nazaran biraz daha uzun yazdım fakat ben inanıyorumki okumaktan hatta bir kaç kez okumaktan zevk alıcaksınız ve H.z Ali'yi biraz daha yakından tanıyacaksınız sevgi ve aşkı muhabbetlerimle ADİL ZÜLFİKAR YÜCE

21 Temmuz 2013 Pazar

CEM EVİ

Sevgili ve değerli canlar.Sonsuz sevgi selamlarmı ve aşkı muhabbetlerimi sunuyorum.yüce ALLAHA hamd ve şükürler olsun.Nebisi alemler serveri Muhammed Mustafa ve Ehlibeytine salat ve selamlarmı gönderiyorum.Bu günkü konumuz.Cami ve Cem evi arasındaki fark nedir?Ayetlerle,irdeleyeceğiz.Sevgili canlar şunu içtenlikle belirtmek isterimki.Bizlerin cami ile arasında bir sorun yoktur ve olamaz.Bütün inançlara ve ibadet ritüellerine,saygı ile bakarız.Yargılamadan kişi kendini Yaratanına karşı nasıl ibadet etmesi gerekiyorsa öyle ibadet edebilir.
Yanlız biz alevi toplumunun,haklarını görmezden gelerek.inançlarmızı.Nasıl yapacağımız ibadetimizi nasıl gerçekleştireceğimiz bir devlet sorunu değildir ve olmamalıdır.Devleti yöneten erkin inancı siyasete sirayet ettirmesi nedeniyle.ALEVİLER inançlarını yerine getirecekleri Cemevlerini devletin İbadethane tanımaması nedeni.Alevileri gerçekten.Üzmüştür ve üzmeye devam etmektedir.Devleti yönetenlerin görevi yurttaşlarının nasıl ibadet edeceğine karışmak
yerine.ALEVİLERİN(inancını yaşamak isteyen yurttaşların) ibadetlerini özgür ve eşit haklar çerçevesinde yerine getirmesine,ortam hazırlamaktır.Ezilen,yakılan,asılan,ikinci sınıf vatandaş sayılan,alevilerin eşit haklara sahip olması kadar masum ne olabilir.Bizlerin istediği bir ayrıcalık değil bir hak'tır ve biz haklarımızı sonuna kadar savunacağız.Bu isteklerimiz yüce ALLAHIN bütün kullarına eşit bakması ile orantıldır.Yüce yaratan hiç bir kuluna yaradılışta ayrıcalık ,tanımamıştır.Sevgili canlar şimdi geçiyoruz bu günkü konumuza vaktini ayıran ve okuyan herkese sevgilerimi gönderiyorum ,biri birimizi aydınlatmak ve öğrenmek adına verilen emekler kutsaldır.Bizler yürüdüğümüz yoldan sorumluyuz.Bu inancı bu günlere getirmiş,canını malını hiçe saymış günüller sultanlarına velayetin şahı ŞAH ALİYEL MÜRTAZADAN VELİLERDEN PİRLERDEN MÜRŞİTLERDEN DEDELERDEN isimlerini gönül derunumda yaşattığım tüm cem erenlerine aşkı muhabbetlermi sevgilerimi saygılarmı iletiyorum yüce yaratan yar ve yardımcımız olsun.
Cami şeriat evidir.Cem evi Alevi ve bektaşi ibadet yeridir.
Camiye gündüz gidilir,orası şeriata tabidir.
Cem evine gündüz ve gece girilir orası Tasvvufi inancın birlik meydanıdır.
Cami gündüz açık gece kapalıdırayetleri
Cem evi gündüz ve gece açıktır.
Kur'anı kerimde buyruluyorki insan suresi ayet26,İsra suresi ayet78ve79Müzemmil suresi ayet 1den9a kadar ve20.ayetleri.nebe suresi,9,10,11,ayetleri müdessir suresi,1 den 5 e kadar olan AYETLERİN ORTAM ANLAMI(meali)
Rabbine huşu ve aşk ile gece secde etmeyi buyurmuştur.ALLAHU TEALA(CC) BUYURUYOR
"Ey Muhammed! kalk ve kaldır.Gecenin üçte ikisi veya evvel veya sonra kalk ağır ağır KUR'AN oku.Biz sana taşınması ağır söz vahiy edeceğiz.
Şuphesizki,gece kalkmak kolay olmayacak,ama huşu içerisinde ibadet için daha,elverişli,daha tesirli olacaktır.
Bedeninizin rahatı istirehati için,geceyi geceyi size örtü ettik,bir bölümüne uyku verdik.
Diğer bir bölümünede halveti isdidatına göre yönelip ibadet edesiniz.
Gündüzleride geçim nafakanız,için dolaşın,sizi uzun uzun alıkoyacak işleriniz vardır.sevgili canlar yüce ALLAH(CC)RASULUNE BÖYLE SÖYLÜYOR(başka söze hacet varmı)
Cami'de ne yapılıyor cem evinde ne yapılıyor
1.Camide arapça okunur.Cem evinde anlayabildiğin dil konuşulur
2.Camide ALLAH'TAN korkutulur.Cem evinde ALLAH'I sevmek öğretilir
3.Cami dünya meşgalesi,siyaset meydanıdır.Cem evi akıl ve imanın birleştiği,irfan meydanıdır.
4.Camide mescidi haram tarafına dönülür.Cem evinde bakara115.ayet gereğince:"doğuda ALLAHIN,batıda ALLAHIN,hangi yöne dönersen dön ALLAHA dönmüş olursun,hükmüne uyulur.
5.Camide ben sen var.Cem evinde benlikten sıyrılan birlik(biz)var
6.Caminin taştan mihrabı var.cem evinde Tanrı aşkıyla kurulu.Gadiri humdaki MUHAMMDE'İN veda kürsüsü"pir makamı var"
7.Camide ezanı muhammed var.Cem evinde ezanı muhammed ve gülbangı Hünkar var.
8.Camide kıbleye dönüş var.Cemevinde karşılıklı kıble oluş var.
9Camide fatiaha okunur el yüze sürülür.Cem evinde fatihanın sırrına inilerek.HAKKA niyaz edilir.
10.Camide amin amin,derler.Cem evinde"ALLAH ALLAH" Derler.
11.Camide kadın erkek var.Cem evinde (Elhamdu lilahi rabbi alemine)ayetinin hükmüne uyularak bacı kardeş var.
12.Camide ateş korkusu,cennet yalvarışı var.Cem evinde her ikisindende vazgeçilerek,sevgi ile"Enel hak Eğnim hak"inancıyla insanı kamilin özünde Tanrıyı görmek var.
13.YARATAN İLE YARATILMIŞIN ikiliğinden sıyrılarak vahdeti vucut olmak var
14.Cem evinde akıl ve imanın birleştiği ilahiliğin irfan meydanı var.Sevili canlar cem evi bizlerin toplu ibadet yaptığı yerlerdir.Buralara DARGINLAR KÜSKÜNLER KUL HAKKI YÜYENLER GİREMEZLER BU MEYDAN BİZLERİN İKRAR MEYDANIDIR,BU MEYDANLARDA,MAZLUMUN HAKKI HAKSIZDAN ALINIR DOSTLUKLARIN VE İKRARLARIN ALINDIĞI KARDEŞLİK BAĞLARININ GÜÇLENDİĞİ

13 Temmuz 2013 Cumartesi

ALEVİLİK'TE NAMAZ

Sevgili ve çok değerli canlar.Öncelikle sevgilerimi ve selamlarımı sunuyorum.Yüce ALLAHA HAMD VE ŞÜKÜRLER OLSUN.MUHAMMED MUSTAFA(S.A.A)MA.VE EHLİBEYTİNE SALAT VE SELAMLARIMI GÖNDERİYORUM.Bu günkü konumuz,alevilikte namaz ayetlerle birlikte bu konuyu inceleyeceğiz.ayıracağınız zamana şimdiden teşekkürlerimi iletiyor.Eksik ve noksanlıklarımız helbette olacaktır.bunun için engin hoşgörünüze sığınıyorum.Sünni ve Şii misyonerler tarafından Alevilere yönelik gerçekleştirilen en önemli tacizlerden biri de namaz ibadeti ile ilgilidir. Buna göre Sünni ve Şii kimi çevreler, gerçeğin hilafına, bilinen şekil ve kalıplara dökülmüş namazı İslam’ın bir buyruğu olarak gördüklerinden, Alevileri kendi anladıkları biçimiyle namaz kılmadıkları ve böyle bir şekilsel zorunluluğu kabul etmedikleri için tekfir etmekte yahut cehaletle suçlamaktadırlar. Oysa gerçek bambaşkadır. Hiç kuşku yok ki, bu gerçeği savunmak konusunda Alevi inanç ve kültürü gereken donanıma sahiptir. Biz bu çalışmamızla o donanımı gözler önüne sermek istiyoruz. Öncelikle namaz sözcüğünü semantik açıdan / anlambilimsel olarak inceleyelim. Namaz bilindiği üzere Farsça bir sözcüktür. Aslı “ Nemaz” dır. Sözlükte dua, yalvarış, yakarış gibi anlamlara gelmektedir. Sözcüğün Farsça olmasından da anlaşılacağı üzere Kur’an’da namaz sözü geçmemektedir. Bunun yerine aynı anlama gelen Arapça bir sözcük mevcuttur. Namazın Arapça’daki karşılığı “ salat “ ifadesidir. “ Salat ” ifadesini temel alarak namaza kanıt arayan Sünni ve Şii bilginler yer yer salat sözcüğü dışında başka sözcükleri de kendi teolojik tezleri paralelinde aynı anlama gelmek üzere yorumlamaktadırlar. Bu sözcükler tesbih / yüceleme, zikr / anma, sabah kur’an’ı / sabah okuması vb.dir. Bu sözcükler bilinen haliyle şekle dökülmüş namaz anlamına gelmediği halde o anlama geliyormuşçasına kullanılmaktadır. Namazın nasıl kılınacağı konusunda Kur’an’da hiçbir bilgi yoktur. Bu da gösteriyor ki namaz bir dua etkinliği olarak toplumdan topluma ve kültürden kültüre başka biçimlerde yerine getirilebilir bir tapınma faaliyetidir. Sadece bir kültürün tapınma faaliyetini tüm Müslüman toplumlara dayatmak İslam adına kültür emperyalizmi yapmaktan başka bir şey değildir. Şekilsel bakımdan bilinen haliyle namaz, Orta Doğu ve Arap halklarının tapınma biçimidir. Kıyam / Ayakta durma, Rukü / Eğilme, Secde / Yere kapanma ve Ka’de / Oturma adı verilen şekillerle gerçekleştirilen namaz ibadeti İslami bir zorunluluk olmayıp tümüyle geleneğin ürünüdür. Namazın İslami olan yönü Tanrı’nın adının yüceltilmesi, ona boyun eğilmesi ve ona yalvarıp yakarılmasıdır. Şekilsel yani zahiri yönünü İslami bir zorunluluk olarak görmek yüzyılların getirdiği körleşmeden başka bir şey değildir. Tanrı kendisini anmak isteyen kullarına belli şekilleri zorunlu kılacak kadar sığ bir varlık değildir. Asıl olan Allah’ın anılması ise bunun belli bir şekle hapsedilmesi insani açıdan insafsızlık olduğu kadar dinsel anlamda da bağnazlıktır. Buna karşın şurası bir gerçek ki, insanlar özellikle de Sünni ve Şii Müslümanlar yüzyıllardır alıştıkları, kanıksadıkları ve belledikleri şekil şartlarına hapsedilmiş bir namazdan başka türlü bir ibadeti kabul etmekte elbette ki zorlanacaklardır. Ancak unutulmamalı ki bu zorlanma İslam adı altında gerçekleştirilen Arap Kültür Emperyalizminin yürek burkan ve can acıtıcı bir sonucudur. Bu yürek burkuntusunu ve can acısını ortadan kaldırmanın yolu, yüce Allah’ın dinini bir ırkın kültürüne hapsetmek isteyen çevrelere kararlılıkla karşı çıkmaktan geçmektedir. Biz bu kaşı çıkışı gerçekleştirmek adına yola çıktık. Bu karşı çıkışta Alevi ulularından, Horasanlı, Türkistanlı Türkmen pirlerinden aldığımız manevi güç, kuşku yok ki en büyük direnç kaynağımızdır. Arap ve diğer Orta Doğu halklarının tapınma biçimini, “ Namaz ancak böyle olur. Başka türlü olmaz !” diye dayatanlara karşı Alevi ulularının nefesleriyle verdiği yanıtlara geçmeden önce Sünni misyonerlerce ileri sürülen günlük namazların beş vakit olduğu şeklindeki iddiaya ve Şii misyonerlerin üç vakit ısrarlarına değinmek ve bu konudaki akıl tutulmasını gözler önüne sermek istiyoruz. Sünni kimi din bilginleri Kur’an’da günlük beş vakit namazın buyurulduğu düşüncesindedirler. Bu düşünceye varmak için esas aldıkları söz konusu ayet şudur: "...Güneşin doğmasından önce de, batmasın dan önce de Rabbini övgü ile tesbih et. Gecenin bazı saatlerinde ve gündüzün taraflarında da tesbih et ki, rızaya ulaşasın.” ( Taha suresi,130) Bu ayette namaz / salat sözcüğü yerine tesbih yani yüceleme sözü kullanılmıştır. Fakat sanki salat sözcüğü kullanılmış gibi davranılmakta ve beş vakit namaza en güçlü kanıt denilerek bu ayet ileri sürülmektedir. Ayrıca bu ayette “etraf “ yani “taraflar” ifadesi geçtiği halde pek çok yorumcu bu sözcüğü “ iki tarafında / gündüzün iki tarafında yani iki ucunda “ biçiminde anlamlandırmaktadır. Oysa “iki taraf” ifadesinin Arapça’daki karşılığı “tarafeyn” dir. Görüldüğü üzere bu ayette iki çarpıtma vardır. Biri, namaz sözcüğü kullanılmadığı halde kullanılmış gibi davranılmış olmasıdır. İkincisi ise, taraflar sözcüğünün iki taraf / iki uç biçiminde tahrif edilmiş olmasıdır. Eğer bu ayet Sünni anlayış doğrultusunda çarpıtılmadan anlaşılmaya çalışılırsa beş değil altı vakit namaz ortaya çıkmaktadır. Şöyle ki Güneşin doğmasından önce bir, Batmasından önce iki, Gecenin bazı saatlerinde üç, Gündün üç tarafında da üç vakit olmak üzere toplam altı vakit. Oysa bilindiği kadarıyla altı vakit namazı iddia eden muteber hiçbir görüş yoktur. Alevi inancı açısından bakıldığında bu ayetten çıkan yorum şu olmalıdır. Sabah, akşam, gece, gündüz ve her ne vakitte olursa olsun Allah sürekli anılabilir. Bu anmanın şekli yoktur. Bu, bir sözle de olabilir, bir hareketle de olabilir. Kişi buna içinde yaşadığı toplumun gelenekleri çerçevesinde karar verebilir. Bir başka ayet ise şöyledir: “Gündüzün iki ucunda ve gecenin bir kısmında namaz kıl. Doğrusu iyilikler kötülükleri giderir." (Hud suresi : 114)Bu ayette iki taraf ifadesi doğru bir biçimde kullanılmıştır. “ Gecenin bir kısmında “ ifadesi bazı yorumcular tarafından “ Gündüzün geceye yakın kısımları “ biçiminde anlamlandırılmaktadır. “ Kısımlar“ yani “ Zülef “ ifadesi Arapça çoğul kuralları çerçevesinde en az üç adet anlamında kullanılmaktadır. İki adet için başka bir çoğul kuralı vardır ki burada ikil çoğul değil en az üç adet anlamına gelen çoğul eki kullanılmıştır. Ayrıca diğer ayetin tersine tesbih yada zikr gibi sözcükler yerine açıkça Namaz / salat sözcüğü kullanılmıştır. Fakat yine de bu ayette “Gecenin bir kısmında” yada “ Gündüzün geceye yakın kısımları “ ifadesiyle hangi vakitlerin kastedildiği belli değildir. Oysa yorumcular akşam, sabah ve yatsı namazlarının kastedildiğini ileri sürmektedirler. Bir başka ayet: "Namazları ve orta namazını koruyun ve Allah'a gönülden boyun eğiciler olarak durun." (Bakara Suresi, 238 ) Bu ayeti de beş vakit namaza kanıt göstermekteler. Şöyle ki Namazlar anlamına gelen “salavat“ sözcüğü en az üç vakti bildirir. Bir de ayette orta namazından bahsedilmektedir. O halde orta namazının gerçekten orta namazı olabilmesi için salavat sözcüğü ile üç değil dört vakit namazın kastediliyor olması gerekir. Görüleceği üzere burada da tam bir zorlama yorum vardır. Sünni bilginler böylesi zorlamalarla beş vakit namazı ihdas etmeye çalışmaktadırlar. Kur’an’da benzer içerikte birkaç ayet daha bulunmaktadır. Bir kısmı peygambere özel olarak seslenen ayetlerdir. Yani sadece peygambere özgü buyruklardır. Bu noktada “Vakitlendirilmiş namaz”dan bahseden ayeti ele almak yerinde olacaktır. "Namazı bitirdiğinizde, Allah'ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken anın. Artık güvenliğe kavuşursanız namazı kılın. Çünkü namaz, inananlar üzerine vakitlendirilmiş olarak yazılmıştır." (Nisa Suresi, 103) Namazın yani salat’ın vakitlendirilmiş olmasından kasıt inananların belli vakitler tayin ederek Tanrı’yı anmalarıdır. Toplu tapınma için belli bir vaktin tayin edilmesi şarttır. Nitekim bu vakit açıkça belirtilmiştir. Kur’an’da hiçbir yoruma gerek duyulmadan açıkça belirtilen tek namaz Cuma namazıdır. Söz konusu ayet şöyledir: “Ey İnananlar, Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında, Allah'ı zikretmeye koşun ve alım satımı bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır." ( Cuma suresi 9) Burada dikkat edilmesi gereken konu Cuma namazının kadın erkek ayrımı yapılmadan tüm inananlara yüklenmiş olmasıdır. Ancak Sünni ve Şii Müslümanlar bu gerçeği göz ardı ederek Cuma namazı sanki sadece erkeklere farz kılınmış gibi hareket etmektedirler. Kur’an’ın bu tanrısal buyruğunu gereğince yerine getirenler de yine Alevilerdir. Bilindiği gibi Aleviler Cuma günleri yani Perşembeyi Cumaya bağlayan gece kadın erkek ayrımı yapmadan Cuma namazı kılmaktadırlar. Eski takvimde ( Hicri ) yeni günün başlangıcının gün batımı olduğu gerçeği dikkate alındığında Perşembeyi Cumaya bağlayan akşamın Cuma günü içersinde yer aldığı görülecektir. Bu açıdan bakıldığında Alevilerce Cuma akşamları yani Perşembeyi Cumaya bağlayan akşam yapılan Cem ayinleri Kur’an’daki Cuma namazı buyruğunun yerine getirilmesi amacıyla gerçekleştirilen bir toplu dua etkinliğidir. Hiç kuşku yok ki, Cem ayini, Kur’an’da buyurulan toplu tapınmanın yani namazın Türk / Türkmen toplumlarınca şekle dökülmüş halidir. Sünni ve Şii Müslümanlar Cuma namazı adı verilen toplu tapınmada kadınlara yer vermezken Aleviler bu konuda da ne denli doğru bir uygulama içerisinde olduklarını göstermektedirler. Nitekim Hünkar Hacı Bektaş Veli şöyle buyurmaktadır. ‘‘Erkek dişi sorulmaz muhabbetin dilinde Hakk’ın yarattığı her şey bakın yerli yerinde Bizim nazarımızda kadın-erkek farkı yoktur Noksanlık ve çirkinlik senin görüşlerinde...’’ Kur’an’da namazla ilgili bir diğer çarpıcı ayet de şudur: “Eğer (bir tehlikeden) korkarsanız, namazı yaya olarak veya binek üzerinde kılın. Güvenliğe kavuşunca da, Allah'ı, daha önce bilmediğiniz ve onun size öğrettiği şekilde anın.” ( Bakara suresi 239) Gerçekten bu ayet egemen Sünni ve Şii çevrelerin dayatmacı yorumlarına karşı tam bir yanıttır. Şöyle ki Namaz illa belli şekillerle kılınacak diye bir kural yoktur. Çünkü binit üzerinde söz konusu o şekilleri uygulamak olanaksızdır. O halde anlaşılıyor ki namazın şekil olarak değişmez kuralları yoktur. Zorunlu durumlarda geleneğin ortaya koyduğu şekiller değişebilmektedir.Bu zorunlu durumları günlük yaşamda karşılaşılan durumlarla sınırlandırmak hem doğru değildir hem de Allah’ın rahmet esaslı kolaylaştırıcılık özelliğini onun iradesinin hilafına kısıtlamaktır. Bu zorunlu durumlar kültürler arası farklılıklar boyutunda da anlaşılmalıdır. Her kültürün kendine özgü bir tapınma şekli vardır. Egemen Sünni ve Şii çevreler sadece Orta Doğu ve Arap halklarının tapınma biçimini tüm Müslüman halklara dayatıcı bir tavır içerisinde olmuşlardır. Bu tavır yüzyıllardır Arap olmayan Müslüman halkların bir inanç ve akıl tutulmasına uğraması sonucunu doğurmuştur. Bu inanç ve akıl tutulmasını nispeten kıran tek halk yine Alevi Türkmenlerdir. Başta Türkmenler olmak üzere Türk kavimleri, dayatılan tapınma şekillerini reddedip kendi kültürleri çerçevesinde yüce Tanrı’ya ibadet etme yolunu yaşama geçirmeyi büyük bedeller ödeme pahasına da olsa başarmışlardır. Kur’an’ın indiği ve onun ilk muhatabı olan Arap toplumunun kültürel ve geleneksel özelliklerinin pek çok dinsel konuda izler taşıdığı biliniyorken başka toplumlara bu özelliklerin sanki dinin aslındanmış gibi dayatılması Allah adına zulmetmekten başka nedir ki ? Bu zulme seyirci kalmak ve yüce İslam dininin Arap gelenekleri içerisinde boğulmasına göz yummak samimi birer Müslüman olarak tahammül edebileceğimiz bir durum değildir. Aynı şekilde İslam örtüsü altında Arap kültürünün halkımıza ve diğer Müslüman halklara empoze edilmesi karşısında sessiz kalmak sahip olduğumuz insani vasıflarımızın şekillendirdiği kişiliğimizin asla kabul etmeyeceği bir husustur. Namazla ilgili olarak üzerinde durulması gereken bir diğer konu da savaş sırasında namazın nasıl kılınacağı ile ilgili husustur. Bu konuda Nisa Suresi 101. ve 102. ayetlerde açıklama yapılmıştır: “Yeryüzünde sefere çıktığınızda, hakikati inkara şartlanmış olanların âniden üzerinize saldırmasından korkarsanız namazı / duayı kısaltmanızda sakınca yoktur. Kuşkusuz ki, gerçeği inkar edenler sizin apaçık düşmanlarınızdır. O halde sen inananlar arasında iken onlara namazda / toplu dua etkinliğinde önderlik yapacaksan, bir bölümünün, silahlarını kuşanmış olarak seninle namaza durmalarına izin ver. Onlar, namazlarını bitirdikten sonra, namazlarını eda etmemiş olan diğer grubun her türlü tehlikeye karşı hazır vaziyette ve silahlarını kuşanmış olarak gelip seninle namaza durmaları sırasında size koruyuculuk yapsınlar hakikati inkara şartlanmış olanlar sizin silahlarınızı ve teçhizatınızı unutup bırakmanızı isterler ki âni bir baskınla üzerinize saldırabilsinler. Fakat yağmurdan dolayı sıkıntıya düşerseniz yahut hasta iseniz silahlarınızı bırakmanızda bir sakınca yoktur ama tehlikeye karşı hazırlıklı olun. Allah, hakikati inkar edenler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.” ( Nisa Suresi 101. 102.) Görüleceği üzere bu ayette de zorunlu durumlarda namazın şekli ve süresi konusunda değişiklikler yapılabileceği tanrısal bir hüküm olarak belirtilmektedir. Bu zorunlu durumlardan yukarıda da belirttiğimiz gibi kültürler arası farklılıklar da anlaşılmalıdır. Özellikle göçebe Türkmenlerin sosyal yaşamları dikkate alındığında ne denli zorunlu ve zorlu durumların yaşanabileceği takdir edilecektir. Sürekli göç eden Türkmenlerin yerleşik Araplar gibi bir ibadet yaşamlarının olması mümkün değildir. Göçebe bir halka yerleşik bir halkın ibadet biçimini zorunlu kılmak hiç kuşku yok ki bir zulümdür. Alevilerin neredeyse tamamına yakınının göçebe Türkmen oymaklarından meydana geldiği düşünüldüğünde, geçmişte belli zaman dilimlerinde yapılan Cem ibadetlerinin ne denli isabetli bir uygulama olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Göçebe Türkmenlerin tarihsel süreç içerisinde yerleşik yaşama geçmeleri ve özellikle kentleşmeyle birlikte kent yaşamının gerekleri çerçevesinde Cem ibadetini zamansal olarak sabitleştirdikleri bilinmektedir. Buna göre Cem ibadetleri Perşembeyi Cumaya bağlayan gece yapılmak suretiyle zamansal olarak da sabitleştirilmiştir. Bu arada belirtelim ki, Cem ibadetinin teolojik kökeni Kırklar meclisidir. Alevi - Bektaşi teolojisi Cem ibadetinin kaynağı olarak Kırklar Meclisini işaret etmektedir. Ayrıca Sünni bilginlerin tüm ısrarlarına rağmen Şiiler günlük namazların üç vakit halinde kılınabileceğini ileri sürerek aslında bu hususta Kur’an’ın zannedildiği gibi net hükümler içermediğini fiilen ilan etmiş olmakta değil midirler ? Sünni din bilginlerinin günlük namazlar konusunda sergiledikleri bir diğer gülünç durum ise namazın miraçta aslında elli vakit olarak emredildiği fakat daha sonra Hazreti Musa’nın isteği ve Hazreti Muhammed’in ricasıyla kademe kademe beş vakte indirildiği yönündeki rivayettir. Bu rivayetin kaynağı Sünnilerin en sağlam hadis kitapları olarak kabul ettikleri derlemelerdir. “Hazreti Peygamber'e İsrâ gecesi, namaz elli vakit olarak farz kılındı. Sonra azaltıldı ve beş vakte düşürüldü. Sonra şöyle seslenildi: Ey Muhammed, şüphesiz bizim nezdimizdeki söz bir değişikliğe uğramaz. Senin için bu beş vakit namaz, elli vakit namazın karşılığıdır." (Buhâri, Salat, 76, Enbiya, 5) Aynı içerikte başka hadisler yine Sünnilerce muteber kabul edilen başka kaynaklarda da yer almaktadır. Söze konu bu hadislerde peygamber ile Allah’ın neredeyse günlük namazların sayısı konusunda pazarlık yaptıkları gibi bir manzara sergilenmekte ve bu pazarlıkta Hazreti Musa da Hazreti Muhammed’in avukatı rolüne soyunmaktadır. Aslında bu durum dinin hurafe ve efsanelerle ne denli özünden saptırıldığının acıklı / trajik örneklerinden biridir. Yeniden Kur’an’a dönecek olursak Kur’an’daki hükümleri zahiri / dışsal anlamlarıyla anlamakta ısrar edip zamanın ve farklı toplumsal özelliklerin doğurduğu yeni koşulları görmezden gelen Sünni ve Şii din bilginlerine bir soru yöneltmek istiyoruz. Kur’an’da Hacca davetin yer aldığı bir ayetteki anlamları aynen uygulamak konusunda neden zahiri manaya bağlı kalmaktan vazgeçiyorsunuz ? Kur’an’da hacca davet ile ilgili bir ayette şöyle denilmektedir: “ İnsanlar içinde haccı ilan et ki, gerek yaya olarak ve gerekse derin vadilerden geçerek yorgunluktan incelmiş develer üzerinde sana gelsinler.” ( Hac suresi. 27. ) Bu ayetin zahiri / dışsal anlamı dikkate alındığında haccın mutlaka ya yaya olarak yada yorgunluktan incelmiş develer / binitler üzerinde yapılması gerekmiyor mu ? O halde neden bunu uygulamıyorsunuz da hacca otobüslerle, uçaklarla yada gemilerle gidiyorsunuz ? Hani Kur’an’ın tüm hükümleri uygulanmalıydı? Hacca yaya olarak yada yorgunluktan incelmiş develer üzerinde neden gitmiyorsunuz ? Hem kendiniz böylesi hükümleri uygulamıyorsunuz hem de Alevileri sizin anladığınız anlamda, sizin istediğiniz vakitlerde ve sizin istediğiniz şekillere dökülmüş olarak namaz kılmadıkları için taciz ediyorsunuz. Ne hakla ? Üstelik bu ayette dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus da “ sana gelsinler “ ifadesidir. Burada “ sana“ ifadesiyle kim kastedilmektedir ? Hiç Kuşku yok ki burada kastedilen Hazreti Muhammed’tir. Ancak kimi kaynaklarda bir önceki ayet de dikkate alınarak burada kastedilenin Hazreti İbrahim olduğu da belirtilmektedir. Hac ibadeti bizzat peygamberin şahsını ziyaret midir, yoksa Kabe’yi ziyaret midir ? Peygamberin şahsını ziyaret ise eğer neden o vefat ettikten sonra da hac ibadeti sürmüştür ? Yok kastedilen peygamberin şahsı değil de Kabe’nin ziyaret edilmesi ise o halde neden “ sana “ ifadesi yer almaktadır ? Burada anlatmaya çalıştığımız husus, Kur’an’ın zahiri manasıyla anlaşılması gerektiği konusunda yapılan / yapılacak olan bir ısrarın ne denli tuhaf sonuçlar doğuracağıdır. Özellikle namaz konusundaki ayetler dikkate alındığında görülecektir ki, din bilginleri şifre çözer gibi hatta iğneyle kuyu kazar gibi namaz vakitlerini saptamak için çırpınıp durmuşlardır. İddia ettikleri gibi ve onların anladıklarını ileri sürdükleri haliyle namaz günlük yaşamda bu denli önemli bir tapınma biçimi ise Yüce Allah neden böylesi önemli bir konuyu açıkça ortaya koymamıştır ? Neden Allah bu denli yoruma ve kafa yormaya gereksinim duyulan ifadeler kullanmaktadır ? Oysa Kur’an’ın pek çok ayetinde Allah, Kur’an’ın apaçık ve net bir kitap olduğunu söylemektedir. Bizce bunun yanıtı bellidir. Tanrı, ibadet / tapınma biçimini ve vaktini inananların mensup oldukları kültürlere göre belirleyebilme imkanını sağlamak için böylesi bir yolu irade etmiştir. Fakat zahiriler bu gerçeği anlamak istemedikleri için çırpınıp durmaktadırlar. Günümüzde kimi Sünni bilginler de namaz konusundaki şekil şartlarının aslında dinin asli buyruklarından olmadığı ve tümüyle geleneğin yansıması olduğu konusunda fikirler beyan edebilme noktasına gelmişlerdir. Kuşku yok ki bu sevindirici bir durumdur. Bu hususta ülkemizin yetiştirdiği ünlü din bilginlerinden Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ün öne çıkmakta olduğu malumdur. Aleviler tarih boyu namaz konusunda kendilerine yönelik tacizlere kimi nefes ve deyişlerde felsefi içeriği derin ve bilgece yanıtlar vermişlerdir. Şimdi bu yanıtlardan bazılarını örnek olarak sunalım: Bana namaz kılmaz diyen Ben kıluram namazımı Kılur isem, kılmaz isem Ol Hak bilür niyazımı …. Bir kez gönül yıktın ise Bu kıldığın namaz değil Yetmişiki millet dahi Elin yüzün yumaz değil … Savm, Salat, Hac, Zekat Hicaptır aşıklara ! Aşık, bundan münezzeh, Naz u niyaz içinde… … Oruç, namaz, zekat, hac Cürm ü cinayetdür Fakir bundan azaddur, Has u havas içinde... … Abdestimiz, namazımız, Doğruluktur taatımız, Aşka bağladık safımız, Safımızdan kim ayıra... Yunus Emre Camilerde olan imam Çoğu bilmez bunu tamam Dört bin altı yüz seksen selam Daha namaz sorar mısın Kaygusuz Abdal Sofular secde ederler mescidin mihrabına Yar eşiği secdegahım, yüz sürerim kime ne Kah çıkarım gökyüzüne hükmederim Kaf be Kaf Kah inerim yeryüzüne yar severim kime ne Seyyid Nesimi Namazımız dara durmak Orucumuz sabretmek Biz bir oruç tutarız ki Ramazan’a benzemez. Seyyid Nesimi Ve sanıyorum en susturucu yanıtı da büyük ozanımız Pir Sultan Abdal vermiştir: Alınmış abdestim aldırırlarsa Kılınmış namazım kıldırırlarsa Sizde Hak diyeni öldürürlerse Ben de bu yayladan Şah’a giderim…Pir Sultan Abdal Sonuç: Aleviler üzerinde yüzyıllardır süren baskının yansımalarından biri olarak nitelenebilecek beş yada üç vakit namaz dayatmasına karşı Alevi inanç ve kültürünün tarihsel birikiminden yararlanarak kaleme aldığımız bu çalışmamızı, ulaşılan sonuçları maddeler halinde sıralayarak noktalayalım: 1. İslam dinine göre namaz bir dua etkinliğidir. Bu etkinlik bireysel olarak yapılabileceği gibi toplu olarak da yapılabilmektedir. 2. İslam dinine göre namazın belli bir şekli yoktur. Her toplum kendi kültürü / gelenekleri çerçevesinde bir takım şekiller ihdas edebilir. 3. İslam dinine göre günlük olarak beş yada üç vakit namaz söz konusu değildir. Namazın gerek şekli gerekse de ihdas edilmiş vakitleri tümüyle zorlama yorumlara ve Orta Doğu ve Arap halklarının geleneklerine dayanmaktadır. 4. Alevi - Bektaşilerin namaz konusunda geliştirdikleri içtihad, mensup oldukları kültürlerinin doğal sonucudur. Bu bağlamda cem ayini, İslam’ın namaz emrinin Alevi ve Bektaşilerce uygulanma biçimidir. 5. Alevi - Bektaşilerin namazı cem ibadetidir. Başka türlü bir namaz Alevi inanç ve kültüründe olmadığı gibi Alevi geleneğine de aykırıdır. 6. Cem ayini, içerisinde barındırdığı dara durma yani kıyam, tecella ve temenna yani rukü ve ayrıca defalarca icra edilen secdesiyle İslam’ın namaz buyruğunu karşılayan en güzel ritüeldir. 7. Cem ayini yerine başka türde bir namazı benimsemek yada bunu savunmak Aleviliğin eritilme çabasından başka bir şey değildir. 8. Kur’an’da vakti hiçbir yoruma gerek duyulmadan açıkça belirtilen tek namaz Cuma namazıdır. Alevi - Bektaşilerin Cem ayinlerinin yapılış vakti yani Perşembeyi Cumaya bağlayan gece Cuma namazı vaktidir. Cuma namazının vakti Cuma günü süresinin tümüdür. Bu sürenin her hangi bir bölümünde namaz ifa edilebilir. 9. Cuma namazı Kur’an’da kadın erkek ayrımı yapılmadan tüm inananlara emredilmiştir. Bu bağlamda Alevi - Bektaşilerin kadın erkek birlikte cem yapmaları Kur’ansal buyrukla örtüşen gerçek bir ibadet hüviyetindedir. 10. Namaz konusunda yüzyıllardır süren Sünni ve Şii uygulamalarının bir inanç ve akıl tutulması olduğu açıktır. Sünni ve Şiilerin bu konudaki yorumlarına Alevilerin gösterdiği saygı eşit düzeyde bir karşılığı hak etmektedir. Bu bağlamda Alevilerin namaz ile ilgili olarak geliştirdikleri yorum ve uygulamaya Sünni ve Şii din bilgileri de aynı şekilde saygı göstermek zorundadırlar. 11. Kur’an’da, Allah’ın yatarken, ayaktayken ve otururken de anılmak suretiyle ibadet edilebileceği net bir biçimde belirtildiğinden namazı belli bir şekle hapsetmeye çalışmak isabetli bir tutum değildir. 12. Alevi - Bektaşi inancına göre cem ayininin teolojik kökeni kırklar meclisidir. Son söz olarak yineleyelim ki, Alevilerin namazı cem ayinidir. Başka namaz bilmeyiz. Bir de hakka yürüyen canın ardından kılınan ve bir helalleşme niteliğinde olan Cenaze Namazımız vardır ki bu namaz, gerek semantik açıdan gerekse işlev bakımından bu yazımızın kapsamı dışındadır. sevgili ve çok değerli canlar aşkı niyzlarımı sunuyor gönülünüzdeki güzelliklerin yaşamızısa uansıması dileği ile ADİL ZÜLFİKAR YÜCE

11 Temmuz 2013 Perşembe

KAZVİNLİ'NİN HİKAYESİ

Sevgili ve çok değerli canlar.Yüce ALLAHA Hamd ve şükürler ediyor.Hatemül enbiya Muhammed Mustafa(s.a.a)ma salat selamlarımı gönderiyor.Sözlerime başlamadan önce,hepinize selamlarımı ve aşkı muhebbetlerimi sunuyorum.HzAli'den bir sözle başlamak istiyorum.ALLAH'IN Kitabı;aranızda dili durmayan bir hatip,temelleri yıkılmaz bir bina,mensuplarının yenilemeyeceği bir azizdir.Diyor gönüller sultanı şah Aliyyelmürteza sana ve soyuna salat ve selam olsun gönül derinliklerin'den.Geçen hafta kaldığımız yerden devam ediyorum sevgili ve çok değerli canlar kazvinli'nin hikayasin'de buluştuk gevşek olma diyorduya Mevlana hazretleri acılara dayan Pirin gölgesinden ayrılma diyorduya işte sabrı yada sabırsızlığı burada göreceğiz.Vücuduna aslan resmi dövdürmek isteyen,fakat iğne batmasından dolayı pişman olan kazvinli'nin(iranda tebriz yakınlarında bir kent) hikayaesi.Başlıyor gönüller sultanı şu hikaye'yi dinle;Kazvinlilerin adetlerdidir;vücutlarına,kol ve omuzlarına,kendilerine zarar vermeksizin iğne ile mavi dövmeler dövdürürler.Bir kazvinli,tellağın yanına gidip"bana bir dövme yap;fakat canımı acıtma"dedi Tellak"söyle yiğidim;ne resmi döveyim?"Diye sorunca"bir kükremiş aslan resmi döv"dedi;"Talihim aslandır onun için aslan resmi olsun.Gayret et,dövmeyi adamakıllı yap"Tellak"Dövmeyi vücudunun neresine döveyim?"Dedi Kazvinli"iki omzum arasına"Dedi Tellak,iğneyi saplamaya başlayınca yiğidin sırtı acımaya başlayıp"Aman usta,beni öldürdün gitti.Ne yapıyorsun?diye bağırdı.Usta"Aslan resmi yap dedin ya"Dedi,Kazvinli sordu"Neresinden başladın?"Usta kuruğundan başladığını söyledi,Kazvinli dedi ki"Aman iki gözüm,bırak kuyruğunu.Aslanın kuruğu ile kuyruk sokumum sızladı,nefesim kesildi,boğazım tıkandı.Aslan,varsın kuruksuz olsun.İğne yarasından yüreğime kötülük geldi bayılacağım.Usta,Kazvinliyi kayırmadan,merhametsizce aslanın bir başka tarafını dövmeye başladı.Yiğit yine bağırdı"Burası neresi?Usta"kulağı"dedi.Kzvinli"bırak kulaksız olsun orasını'da yapma"dedi.Usta bu sefer başka bir yerine başlayınca Kzvinli feryat etti"Bu üçüncü iğne'de neresini dövüyor?"Azizim karnı"Dedi Kazvinli"Kötü acıyor,iğneyi bukadar çok batırma,bırak karınsız olsun"Deyince Tellak şaşırdı,hayli müddet parmağı ağzında kaldı.İğneyi yere atıp"Alemde kimse böyle bir hale düşdü mü ki?Kuruksuz,başsız,karınsız aslanı kim gördü?ALLAH böyle bir aslan yaratmamıştır"dedi.Kardeş,iğne yarasına sabreki gavur nefsin iğnesinden kurtulasın.Gönlü ışık yakmayı şulelenmeyi öğrenmiş olan kişiyi güneş bile yakamaz.Bir cüzü,külle ulaşırsa o cüzzün yanında diken bile,gül gibi baştanbaşa letafet kesilir,Allahı ululamak,yüceltmek,nasıl olur?Kendini varlığını horlamak,toprak mesabesinde tutmakla.Allahı tevhit etmeyi öğrenmek nedir?Kendini tek Allah önünde yakıp yok etmek.Gündüz gibi sulelenip parlamayı diliyorsan geceye benzeyen varlığını yak!Bütün bozuk düzen işler,bütün bu perişanlıklar,ikilikten meydana çıkıyor diyor Mevlana hazreleri sevgili canlar Kazvinlinin hikayesini'de sizlerle paylaşmak ve sizlerle beraber olmak beni inanılmaz mutlu etmiştir.Hepinize en içten saygılarımı gönderiyorum.asşkı muhabbetle saygılar ve sevgiler sunuyorum.yorumlarınızı ve önerilerinizi bekliyorum saygılarımla ADİL ZÜLFİKAR YÜCE

7 Temmuz 2013 Pazar

H.z mevlana ve Pirin Sıfatları

sevgili ve çok değerli gönül dostlarım.Yine bu satırlar'da buluştuk ve gönül gönüle geldik.Öncelikle bizleri yaratan.RABBİME HAMD VE ŞÜKÜRLER olsun.MUHAMMED MUSTFA(s.a.a)ma salat ve selamlarımı gönderiyor.sizlere aşkı muhabbetlermi ve sevgilerimi sunuyorum.Bu günde siz değerli dostlarım'la gönüller sultanı mevlana dan pirin sıfatları nedir.Pir kime derler pir nasıl olmalıdır.Biz aleviler için ne kadar önemli,ve değerli olduğunu hepimiz biliyoruz.Sevgili mevlana(a.s)sözlerine başlarken gönül dostu Hüsameddin'e sesleniyor.EY Hüsameddin!Bir iki kağıt fazla alda pirin sıfatlarını anlatayım.Gerçi vücudun nazik ve çok zayıf,fakat sensiz cihanın işi yoluna girmiyor.Pir,yaz mevsimidir;Halk güz ayı...Halk geceye benzer,Pir ise aya...Genç ve terü taze talihe Pir adını taktım..Fakat o halk tarafından Pir olmuştur,günlerin geçmesiyle değil.O öyle bir Pirdirki iptidası yoktur,ezelidir.Kendine gel!Hiç görmediğin o yola yanlız gitme,sakın yol göslericiden baş çevirme!Ey nobran!Pirin gölgesi olmazsa guyabani sesi,seni sersemleştirir,yolunu şaşırtır.Yolcuların yollarını şaşırdıklarını,kötü ruhlu şeytan'ın onlara neler yaptığını Kur'an'dan işit!Onları ana yoldan yüzbinlerce yıl uzak olan yola götürdü,felakaete uğrattı,çırılçıplak bıraktı.Onların kemiklerine ,onlardan kalan eserlere bak da ibret al;eşeğini onların yoluna sürme,Eşeğin başını çek,onu yola sok,doğru yolu bilen vegörenlerin yoluna sür.eşek yol düşmanıdır,yeşillik görüncesarhoş olur.Onun yüzünden nice ona kul olanlar telef olup gitmişlerdir.Eğer yol bilmezsen eşeğin diline aykırı haraket et;doğru yol,o aykırı yoldur.Heva hevesle,nefsin isteği ile az dost ol.Çünki seni Allah yolunda çıkaran,heva hevestir.Peygamber(s.a.a)ın H.z ali'ye allah ondan razı olsun"Herkes bir çeşit ibadetle Allaha yaklaşmayı diler,sen akıllı ve Allaha ulaşmış kulla sohbet yüzünden yaklaşmaya çalış ki o kulların en ileri gideni olasın"diye nasihat etmiştir.Peygamber Ali'ye dediki"Ey Ali!Allah aslanısın,kuvvetlisin,korkmazsın,yüreklisin.Fakat aslanlığına dayanama;Güvenme.Ümit ağacının gölgesine sığın!Hiç kimsenin rivayetlerle,masallarla yoldan ayıramayacağı akıllı kişinin gölgesine gir.Yeryüzünde onun gölgesi Kafdağı gibidir.ruhuda simurg gibi çok yükseklerde uçmakta,yücelerde dolaşmakta.Kıyamete kadar onu övsem ,söylesem tükenmez.Gönüller sultanı burada ilave ediyor.Doğrusunu Allah daha iyi bilir.Ya Ali!sen,Allah yolundakini bütün ibadetler içinde Allaha ulaşmış kişinin gölgesine sığınmayı seç.Herkes bir çeşit ibadete sarıldı,kendisi için türlü kurtulma çaresine yapışatı.Bu suretle yolda ilerlemiş olanların hepsini geçer,hepsinden ileri olursun.Bir Pir ele geçirdinmi hemen ona teslim ol;Musa gibi Hızırın hükmüne girip yürü.Ey münafıklık nedir,bilmeyen!Hızır'ın yaptığı işlere sabretki Hızır"haydi git,ayrılık geldi"Demesin Gemiyi kırarsa ses çıkarma;çocugu öldürürse saçını başını yolma.(Devam ediyor sultanım)Pirin eli kısa değildir,gaiptekiler'de erişir.Onun eli,Allah kabzasından başka bir şey değildirki.gaipte bulunanlara böyle bir hilati verirlerse huzurda bulunanlar şüphesiz gaiptekiler'den daha iyidir.Piri seçip ona teslim oldunmu,nazik ve tehamülsüz olma;balçık gibi gevşek ve dağınık bir halde bulunma.Her zaman ,her meşakkate kızar,kinlenirsen cilalanmadan nasıl ayna olacaksın?sevili vede çok değerli kelimelerle ifade etmekte zorlandığım değerli canlar bu güzel dizelerde MEVLANA SULTANIN PİR anlayışından örnekler sunduk.Ben bir defa değil bir kaç kez okumanızı tavsiye ediyorum okudukça daha'da anlam kazanıyor.son cümlede geçen nazik ve tahamülsüz olma diyorya onunla ilgili müthiş bir hikaya var onu daha sonra aktaracağım.kazvinlin'in hikayasini sevgili ve değerli canlar kazvinli'nin Hikaysinde buluşmak dileği ile hepinize gönül dolusu sevgilerimi göderiyor aşkı muhabbetle diyorum hoşça kalın gününüz gönlünüzdeki güzelliklerle dolu olsun ADİL ZÜLFİKAR YÜCE